Muhabirliğe ilk başladığım yıllarda oldukça cevvaldim. Bana verilen görevin dışında “extra” işler yaparak (yayınlanıp yayınlanmasına aldırmadan, çünkü her şekilde benim gelişimime katkıda bulunduğuna inanıyordum) mesleğimde öne çıkmaya çalışırdım. Polis-adliye muhabiriydim başlarda ama bununla yetinmezdim hiç. Örneğin Ertuğrul Kürkçü, Nahit Töre, Oktay Etiman 14 yıllık mahkumiyetin ardından tahliye olurken Gaziantep F tipi cezaevinin önündeydim. Saatler süren tahliyeleri beklerken, meslektaşlarım gibi boş boş beklemeyip o cezaevinin kıdemli bir gardiyanıyla sohbet-röportaj (ismini vermeden) yapmıştım. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir soru sormuştum yılların gardiyanına, “Memleketin ne kadar katili, hırsızı, uğursuzu, ırz düşmanı, gaspçısı varsa size geliyor. Siz onlarla mesleğiniz gereği muhatap olurken korkmuyor musunuz?” Yanıtı o günden beri aklımdan çıkmaz. Uzun uzun düşünüp, “Biz suçlu olandan korkmayız. Çünkü suçlu olan başına neler geleceğini bilir ve gelir paşa paşa yatar. Ama suçsuz birisi buraya düşmüşse biz ondan korkarız, çünkü o haksızlığa uğradığına inandığı için her şeyi yapabilir” demişti. Yine ekonomi servisinin (Müdürü Osman Arolat’tı) ricası üzerine Kale Grubu’nun bugün Levent’teki binasının açılışına gitmiş, istenileni yaptıktan sonra “extra” peşine düşmüştüm. Sonra Başbakanlık koltuğuna oturacak olan Tansu Çiller’le orada kontak kurup, daha sonra görev yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’ndeki odasında röportaj yapmıştım. Sorduğum sorulara uzun uzun yanıtlar vermiş ama çalışıp, para kazanma ve onu harcama dışında ekonomik bilgisi olmayan beni bile hayrete düşürmüş, “Yalnızca, güzel-sarışın olduğu için profesör yapmışlar” dedirtmişti. Unutmadan Çiller bu röportajında ısrarla Maliye Bakanlığı’nın “gayrimenkul portföyü” oluşturması gerektiğini, bu şekilde ekonomiye yeni kaynak yaratılacağını söylemişti. Elbette iktidara geldikten sonra asla böyle bir şey yapmadı. Yine bir keresinde de emekli bir çöpçü ile röportaj yapmıştım. Mesleğinin sıkıntılarını, o dönemde hijyenin yetersizliğinden filan yakınmıştı aklımda kaldığı kadarıyla. Röportajın sonunda, “Görev yaptığınız süre içerisinde en çok nefret ettiğiniz şey” diye sormuştum. “Banklarda yedikleri çekirdeğin kabuklarını yere atanlar” demişti. “Çünkü onlar, daha iyi bir şey yapacakken, hep benim zamanımı çaldıklarını düşündüm!” diye de kızgınlığının altını çizmişti. Fenerbahçe’nin Erzurumspor’la yaptığı maçın ilk yarım saatinden sonra nedense bu röportajım aklıma geldi. Şöyle bir düşündüm; Fenerbahçe bizim bu sezon ne çok zamanımızı çaldı diye içinden çıkamadım. Aslında istatistik meraklısı arkadaşlar bunun bir sağlamasını yapabilir. Erol Bulut döneminde hemen hemen bütün maçların ilk yarıları çöpe gidiyordu. Emre Belözoğlu döneminde ise skor alındıktan sonraki süre. 14’te 3-0’ı bulmuşsun, futbolun asla yalnızca kazanmak olmadığını, biraz da şov olduğunu unutmadan bizlere unutamayacağımız bir gösteri sunma şansını kullansanıza! 6-7 olacak karşılaşmayı bana elimde Gonçarov’un Oblomov’uyla izlettin ya… “Zaman hırsızı”sın Fenerbahçe…