Biz dört mevsimi yaşayan belki de son şanslı nesil olarak tarihte yerimizi alacağız. Şimdi baharlar ortadan kalktı, yaz kış ve anormal hava ile iklimler değişime giderek, doğa şaşırtmaya başladı… “Doğa kendisine ait olanı geri alır” derler. Kesinlikle insanlığın karşı karşıya olduğu “Ekolojik kriz”in ve “Küresel iklim” değişikliklerinin etkileri ülkemizde de görülüyor. Bu krizi kim yaratıyor demeyin. Tek kelimeyle biz insanlar… Çevrene bak, anla! Geçmişte “dört mevsim”li dönemlerde yürüdüğümüz yollarda sonbaharın güzelliklerini yaşardık… Ağaçlardan dökülen yapraklara bastığımız zaman sanki bir melodi fısıldardı… Bu ses ile yürürdük… Yapraklarla ayaklarımız adeta dans ederdi… İlkbaharda açan çiçeklerin güzelliklerini seyrederek adımlardık, yolları… Mis kokuyu derin derin nefes alarak içinize çekerdik… Dökülen çiçeklerin yerde o an görür, sonra göremezdik… Yaz kış, baharlar… Çöpçüler temizler, tertemiz olurdu caddelerimiz, yollarımız, sokaklarımız… Hatta o dönemlerde Erkin Koray’la birlikte tüm Türkiye, aşkını süpüren çöpçülere isyan eden bir âşık tanımıştı… “….Caka yaparken sokaklara Aşkımı düşürmüşüm. Sabahleyin adım adım. Yolları hep aradım Kahrolası çöpçüler Aşkımı süpürmüşler…” Erkin Koray’ın meşhur ettiği “Kör olası Çöpçüler – Aşkımı Süpürmüşler” şarkısı bile yolların hemen temizlendiğini ne güzel anlatıyordu… Son yıllarda yürüdüğünüz yollara hiç dikkat ettiniz mi? Ya sokak aralarına? Hele yayalara ait olan kaldırımlara?.. Yaşadığım kentte bakıyorum da, hem büyük hem de ilçe belediyelerinin temizlik elemanları sokaklarda… Onlar süpürüyor, bizler atıyoruz… “Gel git olayı” gibi… Sigara izmaritleri, pet ve teneke şişeler… Hele çakma “hayvanseverlik” uğruna gösteriş için gelişi güzel yollara mama bırakmak, yemek artıklarını atmak… Ne söylesem boş… Zaten ağzınızı açmaya kalksanız, yandınız!.. Arabanız varsa, seyahat anında önünüzdeki aracın penceresinin açılıp da bir kolun dışarıya çıkıp, elinde ne varsa fırlattığına hiç şahit oldunuz mu? “Çooook!..” diyorsunuz değil mi? Uyardığınız da aldığınız cevabı söylememe gerek yok herhalde… Karşılık versen, aldın başına belayı… Kavgaya hazır ol… Elbette bunlar olağan. Her zaman görmeye alışkın olduğumuz tablolar… Söylenecek tek şey; “Yapmayın. Doğayı kirletmeyin… Kıymayın şu güzelliklere…” Aslında biz kendi kendimize, çocuklarımızı, torunlarımıza, geleceğimize acımıyoruz… Harakiri yapıyoruz! Bu fotoğrafı yaşayan herkes görüyor da bazıları tam tersi olarak aktarıyor: “Her taraf tertemiz. İlk defa şehri böyle görmenin mutluluğunu yaşıyoruz…” Hangi mevtanın mezar taşında “Bu yalandan öldü” yazıyor? Hayatı boyunca yalakalık yaparak asalak yaşayan tipler vardır değil mi? İşte tersine bir dünya yaratanlar bugün değil, yıllardır aramızda sahte suratlarıyla dolaşıp duruyor… “Yalakalık arttığı günden beri, hak ve hukuk çiğnendi, ahlak bozuldu” demiş Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy. Günümüzde yaşamamış… 1828 yılında doğmuş, 1910’da yaşamını yitirmiş… Düşünün o dönemlerden bu yana miras kalmış, yalakalık!.. Aslında bugünlerde de moda bu… Kim yalakalık yapıyorsa, güzel yerdedir. Mevki sahibidir. Cüzdanı bol sıfırlı banknotları görür… Benim işçim işi bulabilirse de, çalışsın dursun, alın teri döksün asgari ücretle… Yalakalık her yerde… “Tarihinin en iyi takımını kurduk. Kesin şampiyonuz” diyerek etrafında dört dönüp el öperek, el pençe divan duranlar bileti kapıp özel uçaklarla seyahat ederek, lüks otellerde gününü gün ediyor… İşte bunların oyuncağı olan ve “Avrupa Şampiyonu oluruz” diyenlere elin oğlu tarafından verilen cevabı sahada gördünüz değil mi? Avrupa Şampiyonası’nda A Milli futbol takımı sıfır çekti… Tarihin en kötü derecesi… Tek kelime ile utanç verici… Sadece futbolda mı, yaşanan hüsran? Aynaya bakarak kendisini “dev” görenlerin balonu patlasa da umurunda olmaz bu dünya! Coğrafya bilginiz varsa bileceksiniz. Slovenya, Bosna Hersek, Belçika… Hepsinin toplam nüfusu İstanbul kadar değil… Bırakın dünyayı, Avrupa’da bile öylesine iddialı olamazlar… Ama gel gör ki, salonda bizi yeniyorlar… Biz de “3’te 0” çekerek grup sonuncusu olup geri dönüyoruz… Kadın Basketbol A Takımımızda bu hüsranından sonra üretilen bahaneye bakar mısınız? “Kadroyu gençleştirdik…” Oysaki takımın yaş ortalaması 26 (Yirmi altı.) İlk beşin ortalaması da: 28,5 (Yirmi sekiz buçuk.) Size Roman Havası mı çalsınlar, yoksa Polonyalı besteci Chopin’in (Şopen) bestelediği “Cenaze Marşı”nı mı? Erkek Basketbol Milli Takımı da yarı finalde Yunanistan’a farklı yenilerek Olimpiyatlara katılma hakkı kazanamadı.
Biliyor musunuz? Plaj Futbolunda denizi olmayan Belarus’a farklı yenildik… Sakın gülmeyin! Espri değil, ciddi… 3 tarafımız denizle çevrili olan ülkemizde iddialı olduğumuz Plaj Futbolu Milli Takımı, Dünya Kupası Avrupa Elemelerinde karşılaştığı Rusya’ya 5-1, İspanya’ya 5-3, Belarus’a 8-2 yenilerek grupta 3 maç 0 puanla sonuncu oldu… Klasmanda da Portekiz’e 4-2 yenildi. Güzellikler yok mu? Mutlaka var. Voleybol da erkek A Takımımızın şampiyonluğu elbette alkışlanmalı… Kadın voleybolcularımızı zaten omuzlarımızda taşıyoruz… Bireysel sporlardaki başarıları “her şeyi çok bilen medya” fazla paylaşmıyor. Aslında onlar bu ülkenin gerçek kahramanları… Üvey değil, gerçek çocuklarımız… Cimnastik, judo, güreş, okçuluk, atletizm ve diğerleri… Devşirmeleri buradan eliyorum. Onlar profesyonel… Parayı verirsen, düdüğünü çalarlar! Düt… Düt!.. İşleri bittiğinde de, geldikleri yere veya daha lüks yaşayabilecekleri yere sırtında bir çuval para ile dönerler!.. 2021 yılında TÜİK’in verilerine göre Türkiye nüfusu 83 milyon 614 bin 362 kişi… Adım başı futbol okulu yapılan, binlerce amatör, profesyonel futbol takımı bulunan böylesine kalabalık bir ülkenin A Milli Futbol Takımını “gurbetçi gençler”den kuruyoruz. Sokak başı “basketbol okulu” açıp, her parka, bahçeye pota dikiyoruz ama övündüğümüz basketbolumuzda alt yapıya Afrika’dan yaşını küçülttüğümüz çocukları getiriyoruz. Euro Lig’de gururumuz olan takımlarımızın ilk beşlerini yabancılardan salona sürüyoruz. Kadroyu tamamlamak için de, lütfen “Türk Oyuncu” alırsak söylenecek başka söz kalır mı? Sanırım hayal kurarken malzemeden çalıyoruz. Çünkü sürekli yıkılıyor! Hz. Mevlana ne der biliyor musunuz? “Ay vurmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene kabahati ne Ay’da ne Güneş’te ara. Gözlerindeki perdeyi arala.