Betpasgiris.vip restbetgiris.co betpastakip.com restbet.com betpas.com restbettakip.com güvenilir casino siteleri casino siteleri canlı casino siteleri deneme bonusu veren siteler
Okyanusları kürek çekerek geçen, karada bisikletle ve yürüyerek ilerleyen, kas gücüyle dünyayı dolanan Erden Eruç, yaşadıklarını Türk Spor Ajansı’na anlattı.
Son dönemlerde yazdığı ‘Dalgalar Beni Çağırır’ kitabı ile gündemde olan Erden Eruç, bu kitabın tanıtımı için düzenlenen etkinlikler nedeniyle Türkiye’ye geldi. Ben de bu vesileyle kendisiyle tanışma fırsatı buldum. 1961 doğumlu (yaşıtım) ve ABD’de yaşayan Erden Eruç, ülkemizde yeteri kadar tanınmasa da dünyanın saygı duyduğu, birçok ilkin ve rekorun sahibi bir Türk. Örneğin tarihte kendi gücüyle devrialemi başarmış ilk ve tek kişi, kas gücüyle en hızlı devrialem rekorunun sahibi, tarihte üç ayrı okyanusu küreklemiş ilk kişi.
Hocamız, Başkanımız (TMOK Fair Play komisyonu Başkanı), Duayenimiz Erdoğan Arıpınar, Fair Play Ödülü sahibi Erden Eruç ile röportaj yapmamı isteyince, gereken temasları kurup kendisiyle Olimpiyatevi’nde buluştuk. Ben bir gazeteciden daha çok, bunca yıldır spor basınının birçok kademesinde çalışmış kişi olarak sorularımı mesleki açıdan değil, özellikle kişisel meraklarımı giderecek şekilde hazırlarken, Erden Eruç da yanıtlarını, bir belgesel seslendirme tarzında yanıtladı, yanıtlar soru doğurdu, röportaj uzadıkça uzadı ve bu röportaj ortaya çıktı.
RY: Kürekle okyanusu geçen ilk Türk’sünüz. Önce kürek merakı nereden geliyor, bu spora nasıl başladınız diye sormak istiyorum.
EE:1997 yılında Amerika’da bir bilgi işlem firmasında çalışırken ofisin duvarında asılı olan bir dünya haritasının ortasına parmağımı koyar, Türkiye’ye kadar götürürdüm, içimden de acaba diye geçirirdim. Buna eve yolculuk adını verdim. Sonra Türkiye’ye vardıktan sonra oradan geriye nasıl dönerim diye düşünmeye başladım.
RY: Amerika’ya neden gittiniz?
EE:Lefkoşa’da doğdum Türkiye’de büyüdüm. 1986 yılında mastırımı yaptıktan sonra Amerika’ya gittim. Orada da eğitimime devam ettim. Makine mühendisiyim ben. Daha sonra yazılım konularına geçtim. ABD’de evlendim. Bu harita üzerinde parmakla takip, daha sonra Türkiye’ye varan orada durmaz, devam eder ama nasıl? sorusu ile gelişti. Arada Atlas okyanusu vardı. Atlas Okyanusu nasıl geçilir diye kafa yormaya başladım. Araştırmalarım sırasında Londra merkezli Okyanus Kürekçileri Derneği’ni keşfettim. Bunlar düzenli olarak Kanarya Adaları’ndan o zamanlar Barbados’a yarış düzenlerlerdi. Onların ellerinde kullanılmış kayıklar vardı. 2004 yılında onlardan birini aldım. 2001 de imal edilmiş bir kayık. Bu süreçte araştırmalarım sırasında hakkında Ultimate High adlı kitabı ve yazarı İsveçli maceracı Göran Kropp’u keşfettim. Göran, Stockholm’den bisikletle Everest’e gidip tırmanması ile bilinirdi. Onun beraber yaptığımız bir kaya tırmanışı sırasında kaza geçirip, düşüp ölmesi sonrasında ben devrialeme başlayacağım dedim. Kasım 2002’de Stockholm’den onun cenazesinden dönerken, dünya haritasını çizdim, onun anısına, bir kıtadaki en yüksek zirveye gidip tırmanacak, onun adını yaşatacaktım. Bu şekilde başladım ve şu anda dünyada bu konuda öncü konuma geldim yaptıklarımla.
RY: Tarihte 3 ayrı okyanusu küreklemiş ilk kişi oldunuz. Başlarken bunu hedeflemiş miydiniz?
EE: Bu süreçte Atlas Okyanusu’nu geçen ilk Türk olduktan sonra sanıyorum bununla ilgili de bir hedef geçilmesi gerekiyor. Dünyanın etrafını dolanacaksam, okyanuslarda geçmem gerekiyor. Kıtaların birinin batı kıyısından doğu kıyısına, diğerinin doğu kıyısından batı kıyısına o kıyıları kimi zaman kayıkla, kimi zaman yürüyerek, bazen asfalta ulaşıp bisikletle ilerleyerek, öbür kıyıya vardığımda tekrar kürekle açılarak. Bu şekilde bir devrialem gerçekleşti. Papua Yeni Gine’yi yürüyerek kuzeyden güneye aştım. Solomon Denizi kıyılarından Mercan denizi kıyılarına, iki kez nehir ağzı kıyılarını geçmek için yerlilerin kütükten oyma kanolarını kullandım. Kas gücüyle ilerlemem kurgulandığı için, bu yolla gittim.
RY: ‘Kasla Git’ Sloganını biraz açabilir miyiz? Bu sloganın çıkışı hakkında bilgi aktaralım okuyucularımıza?
EE: Kas gücü ile yapılan yolculuklarda prensip olarak motorlu taşıt kullanmıyorum. Yelken kullanmıyorum. Kendi kas gücümle ilerliyorum. Bisiklete binebilir, yürüyebilirim, yüzebilirim. Veya yerli kanolarını kullanabilirim. Ve okyanusları kürekle geçmek üzerine kurgulanmış bir projeydi bu. kaslagit.com diye bir sitemiz var. O benim bir markam.
RY: 5 sene 11 gün sürmüş yolculuğunuz ve 2012 yazında tamamlamışsınız. Karşılaştığınız önemli zorluklar nelerdi, hiç ummadığınız nelerle karşılaştınız, ne tür tehlikeler atlattınız?
EE: Sadece tehlike olarak bakmamak gerek bence konulara. Bu yolculuğun nimeti olarak sunulan şeylere değinmek lazım. Yolculuk boyunca ihtiyacım olduğunda yardım edecek kişiler önümde belirdi. Hiçbir zaman yardım eksik kalmadı. Yardım etmek zorunda değillerdi. Beni bilmiyorlardı, tanımıyorlardı ama ben kayıkla karşı kıyıda belirdiğimde, bu nereden geldi, nasıl geldi ya da yüklü bisikletle vardığımda benim yaptıklarımı öğrenmek, anlamak isteyen ve hatta yolculuğuma sahip çıkmak isteyen, bana omuz veren, benim adıma elini taşın altına koyan çok kişi oldu. Aksi takdirde bu yolculuk mümkün olmazdı. Hatta mümkün olsa bile çok daha uzun sürebilirdi. Lojistik konularını çözmek başlı başına bir problemdi. Yapılan yolculuğun kayığı var, bisikleti var, gereken malzemeleri var. Bunların götürülmesi, getirilmesi gerek. Bir yere vardığımda onların emniyete alınması lazım. Turistik konularını çözmek lazım.
RY: Tabi bir de maliyeti var bu işin
EE: Bu devrialem projesi bana yarım milyon dolara maloldu. Bunun yarısı sponsorluklar ve bağışlardan karşılandı. Yarısı benim emeklilik fonlarından çıktı. Başka türlü bu gerçekleşmeyecekti. Buna rağmen; İlköğretim Okullarına Yardım Vakfı diye bir vakıf var Türkiye’de, yatılı ilköğretim bölge okullarındaki öğrencilere odaklanan bu kuruma 100.000 dolara yakın bir destek sağladık ve teslim ettik. Yolculuğum sırasında o çocuklara ben uydu telefonu ile eriştim. Hatta ilerlerken onların Cumartesi günü akşam yemeği sonrası etütlerinde cep telefonuna bağlı amfiye bağlı bir düzenle onlara direk hitap edebildim. Onların ufkunu açtım.
“İNTİHAR ETMEYİ BİLE DÜŞÜNDÜM!”
RY: 5 yıl 11 gün sonra proje bittiğindeki, yani başardığınızdaki duygularınızdan söz eder misiniz, neler hissettiniz o anda ve sonrasında?
EE:Proje bittiğinde önce üzerimden bir yük kalktı. Bunca süre planladığım, uğraştığım şey bir anda bitti. Onun yerini alan aslında boşluk oldı. Çünkü o ana kadar sürekli olarak bütün elimdeki kaynakları; zaman olsun, insan ilişkileri olsun, para olsun, kendi zamanımı olsun, her şeyi buna adamış ve bitmesi için çabalamıştım. Bitince bir anda sudan çıkmış balığa döndüm ve depresyona girdim. Yolculuk sırasında doğal olarak bana gösterilen ilgi, yerini benim kendimi, yaptıklarımı satmama dayanan bir çabaya bıraktı. Ben de “Bakın işte neler yaptım, bunları başardım…” gibi kendimi tanıtmak için şirketlere sunumlar yapmaya başladım. Medyaya kendimi sunma, “15 tane Guinness dünya rekorum var” diye kendimi duyurma çabasına girdim. Ama satamıyordum. Böyle olunca ve medyanın ilgisini de görmeyince, o halde ben gidip yeni rekorlara imza atmalıyım dedim. Ta ki bunlar farkına varana kadar, kafalarına çakmak için yola çıkmak istedim. Ancak gidemedim. Çünkü elimde ne var ne yok, hepsini harcamıştım. Tüm birikimlerim tükenmişti. Sponsor yoktu, ilgi yoktu. Onca başarı karşılıksız kalmıştı. Başarı ile ödül arasındaki ilişkiyi kurmayınca, her şey boşunaydı havasına girdim ve o depresyona yol açtı. Hatta intihar düşüncelerine kadar giden bir döneme girdim. 1,5 sene kadar sürdü bu. Ondan sonra silkelenip o düşünceyi attım kafamdan ve yeniden idmanlar başladı, yeni hedefler koydum kendime, yeniden hayatı rotasına oturttuk ve bugünlere geldik.
RY: Dalgalar Beni Çağırır kitabını yazdınız. Biraz bu kitaptan söz edelim. Nasıl karar verdiniz kitap yazmaya, kendinizi anlatmanın bir yolu muydu?
EE: Yaptığımla gurur duyma fırsatı bana tanınmadı. Önemli bir detay. O açıdan epey uzun süredir kırgındım. Kitap yazma konusunda hiç hevesim yoktu. Israrlar sonucu, Çağrı Özpideciler’in ısrarları sonucu oturduk ve Dalgalar Beni Çağırır adlı kitabı derledik. Benim günlüklerimden, görsellerden ve karşılıklı yaptığımız röportajlardan faydalanarak yazdık. Daha yeni yayınlandı. Ancak dediğim gibi kendim yazmaya hiç niyetli değildim. Çünkü, onca emek, alın teri, bilek gücü ile başarılmış projelerin karşılığını almayınca, bir de göz nuru döküp kitap yazıp, onun da karşılığını alamamak beni yıkardı. Bu yüzden ben hiçbir şekilde bu konuda yatırım yapmama kararındaydım. Ancak Çağrı’nın ısrarıyla bu da yapıldı, iyi oldu, iyi ki yapıldı. Çünkü bu öykünün insanlara anlatılması lazımdı.
RY: Kitaba ilgi nasıl? Tanıtım için neler yaptınız?
EE:Elma Kitabevi’nin yayınladığı kitabın tanıtımı için Fenerbahçe Vapuru’nda, Koç Müzesi’nde tanıtım organizasyonları yapıldı. Önümüzdeki süreçte çeşitli yerlerde imza günleri planlandı. Benim bu kitabı yazmaktaki amacım yaptığım onca şeyin, kalıcı olmasını sağlamaktı, maddi açıdan herhangi bir beklentimiz yok.
RY: Kitabın hedef kitlesi kim? Ana fikri, yani mesajı nedir?
EE: 2003 yılında, yolculuktan edinilen ders ve tecrübeleri özellikle ilkokul öğrencileri ile paylaşma düşüncesiyle kâr amacı gütmeyen, eğitim ve hayır amaçlı bir kurum olan Seattle merkezli Around-n-Over Vakfı’nı kurduk. ABD vergi kanunlarına göre nonprofit olarak tasnif edilmiş olan bu kurum, hesapları ABD devleti gözetiminde ve kamu yararına çalışmakta, kas gücüyle yapılan yolculuklardan öyküleri paylaşarak öğrencilere dünyayı tanıtacak yeni bir pencere açmayı hedeflemektedir. Türkiye’de İlkokullara Yardım Vakfı (İLKYAR) aracılığıyla Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nda köylerden gelip eğitim gören ilkokul ve ortaokul çağındaki öğrencilere ulaşmakta, Türklerden gelen bağışlarla onlara kaynak yaratmak üzere çalışmaktadır.
“BAHANE DEĞİL ÇÖZÜM ÜRETİN” DİYORUM!
Bu vakfın yönetim kurulunun tamamı Amerikalıdır. Tek Türk olan benim. Bu vakfın Türkiye’deki projelere kaynak sağlama konusunda karar alması benim için bir gurur kaynağı olmuştur. Evet, kitabın yazılmasında bir amaç da şu: Çocuklar etraflarına baktıklarında, önlerinde kendilerine örnek alabilecekleri, olimpiyat şampiyonları olsun, astronotlar olsun, doktorlar, mühendisler, başarılı öğretmenler olsun, onların hepsi birinin bir zamanlar çocuk olduğunu bilmeleri gerekiyor. Onlara bunu hatırlatıyorum ben. Çocuklara, “Hedeflerinizi büyük koyun, siz de olursunuz” diyebilmek, onlara bunun mümkün olduğunu göstermek, “ben de bir zamanlar çocuktum. Şimdi kendi kas gücü ile devrialemi ilk ve tek kişiyim. 3 ayrı okyanusu küreklemiş ilk kişiyim” diyerek, başarı tanımını çocuklara yeniden gösteriyorum. Başarı, kariyer nedir? Aslında bu soru işaretlerini oluşturmayı, kafalarında kendilerine soru sormalarını sağlamayı ve kendi yollarını bulmak üzere çabalamalarını istiyorum.
BAŞLARKEN BİTİREBİLECEĞİMDEN EMİN DEĞİLDİM!
Onlara söylediğim şey, kitapta anlattığım şey kendilerine büyük hedefler koymaları. Ben 2007 yılında devri aleme başladığımda, o devrialemi bitirebileceğimden emin değildim. Ama bitirdiğimde, 15 ayrı Guinness Dünya Rekorunu kırabilmiş, tarihte ilkleri başarabilmiş bir kişiye dönüştüm. Bu çok önemli. Baştaki kararsızlık, belirsizlik beni başlamamaya yöneltebilir, korkabilirdim. Bahaneler üretebilirdim ama başladım ve tarihte ilkleri başarmış bir kişi olarak sonuca eriştim. Dolayısıyla bunu görmeleri, bilmeleri anlamaları gerekiyor. Zorluklardan kaçınmamaları gerekiyor. Zorluklarla karşılaştıkları zaman ‘imkansız’ demek yerine ‘bu çözülmesi gereken bir problemdir’ şeklinde bakmaları ve çözüm aramaları gerekiyor. Yani onlara söylediğim şey, bu kitapta da bahsettiğim şey “bahane değil, çözüm üretin”dir.
RY: Bir röportajınızda “Kara denizden daha tehlikeli” demişsiniz. Karada veya denizde karşılaştığınız en büyük tehlike ne oldu?
EE: Bana hep sorarlar karşılaştığınız en tehlikeli şey nedir? Sanırlar ki işte fırtına geldi, tekneyi alabora etti, yaşam tehlikesi yaşadım falan. Hayır, değil! Benim için en tehlikeli şey karayollarında bisikletle ilerlemek. Çünkü her arabanın, o her çelik tamponun arkasında dikkatsiz bir sürücü olabilir. Elindeki cep telefonuna bakan, arka koltuktaki çocuğa bağıran çağıran biri ya da uykusuz bir kamyon şoförü, gelir beni alır götürür. Saatte 100 km hızla gelip, beni önüne katıp darmadağın edebilir, bu en büyük risk benim için. Benim görünür olmam ve yollarda bisikletle gidiyor olmam ve benim öykümü anlatmam aslında bisikletçi olarak, bisiklet camiası olarak daha görünür olmanızı da sağlayacaktır. Medyada bu gibi haberlerin görülmesi, sürücülerin yolda gördükleri koşucu olsun, bisikletçi olsun, diğer yol hakkı olan kişileri ve araçları da göz önüne almalarına vesile olacaktır. Bu bir eğitim mücadelesidir. O yönde de katkım olduğunu düşünüyorum. Ben ne kadar görünür olursam? Medya aracılığıyla toplumu o kadar çok eğitebilirim. O kadar çok şoföre erişebiliriz. Yollar daha emniyetli, daha tekin olur. Belediye başkanları olsun, devlet görevlileri, karayolları olsun, dikkatlerini çekmek, şehirlerimizi ve yollarımızı daha yaşanır kılmak için aslında eğitici bir rol oynadığımı düşünüyorum. Çünkü bunlar taleptir. Ben bunu yaptığım zaman karşılaştığım zorlukları anlattığımda bunları çözmek üzere hareket denebilecek merciler olabilir kişiler olabilir, kurumlar olabilir, o yönde hepimizin çabalaması lazım.
RY: Okyanusta TCG Gaziantep Fırkateyni ile buluştunuz. Bu planlanan bir buluşma mıydı, amacı neydi?
TCG Gaziantep Fırkateyni ile buluşma
EE: Hint Okyanusu’nu geçip Afrika kıyılarına yaklaşırken, bölgede görev yapan Türk firkateyni ile buluştuk. Pasifik Okyanusunu ile Bismarck ve Mercan denizlerini kürekle geçtim. Avustralya’yı bisikletiyle kat ettikten sonra kıtanın batı kıyısından yine kayıkla Hint okyanusuna açıldım. 7 metrelik kayık ile 4 aya yakın bir süre (110 gün) Hint okyanusunun dalgalarıyla boğuştum. Burada bir tehlike söz konusuydu, bu da korsanlarla karşılaşma tehlikesi. Bu büyük tehlike nedeniyle, Somali, Seyşeller ve Tanzanya üçgenindeki alanda ticari gemilerin güvenliğini sağlamak üzere kurulan Birleşik Deniz Görev Gücü’nde görevli, o sularda devriye gezen Gaziantep Fırkateyni ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı aracılığıyla temas kurup, buluştuk.
Bu buluşmada korsanlarla ilgili bilgiler alıp, bu bilgiler ışığında rotamı değiştirdim. Nispeten daha az riskli sulara yöneldim, Yani Birleşik Deniz Görev Gücü’nün faal olduğu bölgeleri kullanarak Afrika’ya ulaştım. Yoluma devam ederken onlarla sık sık haberleştim. Ben aslında Kenya’ya gitmeyi planlamıştım. Kuzey akımı geçip, güneybatıya Mozambik sahillerinde doğru yöneldim. Sonra oradaki güçlü akıntılara kapıldım, bu akıntılar beni kıyıdan uzağa çekti. Ben de Madagaskar’dan karaya çıkmak zorunda kaldım. Gaziantep fırkateyni ile buluşmam ilk defa bir açık deniz buluşması olmuştu. Fırtına mevsimi ankarada geçti. Mart ayında tekrar denize açılıp sonra Mozambik’te karaya çıktım.
KAYIĞIMIN TÜRKİYE’YE KAZANDIRILMASI LAZIM
Benim 1.168 günüm okyanusta geçti. Bu üç seneyi aşkın bir süre. Bunun 1084’ü yalnız başıma. Aynı kayığın ben satın almadan önce de bir geçmişi var. Atlas Okyanusu’nu daha önce 2 defa 2 ayrı takım bu kayıkla geçmiş. Bunların toplamının bir araya getirdiğinizde benim kayığım tarihi bir kayıktır. Şu anda dünyada en çok deniz mili kat etmiş kayık, en uzun süre denizde kalmış kayık bendedir. O kayığın Türkiye’ye kazandırılması lazım. Bir şekilde buraya getirilip müzeye falan konması lazım. Yoksa ben onu elden çıkaracağım.
RY: Eşiniz kendisinden ayrı geçen bunca zamana tepki göstermiyor mu? O nasıl karşılıyor bu durumu?
EE: Ayağımı denize attığım zaman benim de kendime sorduğum sorular arasında bu var: Ne zaman bitecek? Vietnam’a vardığımda tamam mı devam mı sorusunu cevaplamak zorundayım. Çünkü cebimden harcıyorum ben. 60 yaşındayım, bir 10 sene daha benden iş çıkar. Eşim Nancy “Ne zaman eve döneceksin? diye soruyor. Ona verdiğim bazı sözler var: Ölmeyeceğim, iflas etmeyeceğiz, seni kaybetmeyeceğim gibi… Bunlarla yüzleştiğimiz zaman sınırları zorlayan birisiyim ben, başına buyruk, yardım et ya da önümden çekil şeklinde tavır koyabilen, başına buyruk biriyim. Artık tamam dediğimde, küçük hedefler de küçük projelerde eve yakın projelerle uğraşmak, Nancy ile beraber yürüyüşlere gitmek, 11 yaşına gelmiş ufak köpeğimle, vakit geçirmek istiyorum.